Testis kanseri olan boşalır mı ?

Beykozlu

Global Mod
Global Mod
Testis Kanseri Olan Biri Boşalabilir mi? – Beden, Cinsiyet ve Toplum Üzerine Duyarlı Bir Tartışma

“Bir erkek, testis kanseri olduktan sonra hâlâ ‘erkek’ kalabilir mi?”

Bu soruyu ilk duyduğumda, tıp literatüründen önce insanların bakışlarını hatırladım. Çünkü mesele sadece biyolojik değil; aynı zamanda kültürel, toplumsal ve duygusal bir mesele. Testis kanseri, erkek bedeninde meydana gelen bir hastalık olsa da, onun yankıları toplumun “erkeklik” anlayışında, cinsiyet rollerinde ve sağlık eşitsizliklerinde derinden hissedilir.

Bu yazıda, testis kanserinin cinsel işlevler üzerindeki etkisini anlatmanın ötesine geçip, bu konuyu toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk bağlamında ele alacağım. Amacım, hem erkeklerin hem kadınların bu konuda yaşadığı sosyal baskıları, yanlış anlamaları ve sistemsel boşlukları görünür kılmak.

---

1. Biyolojik Gerçeklik ve Toplumsal Algı Arasındaki Uçurum

Tıbbi olarak bakıldığında, testis kanseri olan bir kişi, hastalığın evresine ve tedavi şekline bağlı olarak boşalma (ejakülasyon) yeteneğini kısmen ya da tamamen koruyabilir. Özellikle tek testisin alınması durumunda, diğer testis genellikle sperm üretimini sürdürür. Radyoterapi ya da kemoterapi sonrası sperm üretimi azalabilir, fakat bu çoğu zaman geçici bir durumdur (Kaynak: American Cancer Society, 2023).

Ancak toplumun algısı bu kadar bilimsel değil. Erkeklik, uzun süredir “güçlü beden”, “üreme yeteneği” ve “cinsel performans” ile eşdeğer görülüyor. Bu nedenle, testis kanseri gibi bir hastalık sadece fizyolojik değil, aynı zamanda “erkekliğe dair” bir tehdit olarak algılanıyor.

Bu noktada Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramı devreye girer: Bedenler, sadece biyolojik değil, aynı zamanda politik alanlardır. Yani testis kaybı, toplumsal düzenin “erkekliğe” yüklediği anlamlar üzerinden kişisel bir krize dönüşür.

---

2. Erkeklik ve Sessizlik Kültürü

Erkeklerin hastalıkları hakkında konuşmaması bir rastlantı değildir; bu, toplumsal olarak öğretilmiş bir duygusal sessizlik biçimidir. Pek çok erkek, kanser teşhisi sonrası hem fiziksel hem cinsel değişimlerini dile getirmekten utanır. “Zayıf görünmek”, “kontrolü kaybetmek” ya da “erkekliğini yitirmek” korkusu, onları yalnızlığa iter.

Toplumsal cinsiyet rolleri, burada hem bir baskı mekanizması hem de bir engel haline gelir. Çünkü erkeklik kültürü, sağlık sorunlarını “aşılması gereken bir engel” olarak görür; “yardım istemek” veya “duygusal olarak kırılgan olmak” ise hâlâ birçok toplumda kadınsı bir davranış olarak kodlanır.

Bu durum, erken teşhis oranlarını düşürür, tedaviye erişimi geciktirir ve hastalığın seyrini olumsuz etkiler.

Peki bu sessizliği nasıl kırabiliriz?

Toplum olarak “erkek olmanın” yalnızca fiziksel bir varoluş değil, aynı zamanda duygusal dayanıklılık, paylaşım ve farkındalıkla da ilgili olduğunu hatırlatmakla başlayabiliriz.

---

3. Kadınların Görünmez Yükü: Bakım, Destek ve Duygusal Emeğin Cinsiyeti

Testis kanseri, yalnızca hastayı değil, onun partnerini de dönüştürür. Pek çok kadının deneyiminde, partnerinin cinsel sağlığıyla ilgili konular “konuşulması zor” bir alan olur. Bu durum, hem duygusal bir yük hem de toplumsal bir beklentidir.

Kadınlar, özellikle heteroseksüel ilişkilerde, erkek partnerin cinsel işlev kaybını “birlikte aşılması gereken bir sınav” olarak yaşar. Toplum ise bu kadınlara “sabırlı eş”, “fedakâr sevgili” rolünü biçer.

Bu noktada feminist araştırmalar, sağlık hizmetlerinin cinsiyet körlüğüne dikkat çeker. Sağlık politikaları genellikle kadınların duygusal emeğini hesaba katmaz; “hasta” erkek, “bakıcı” kadın modeli varsayılır. Bu, hem kadınlar için görünmeyen bir yük hem de erkekler için iyileşme sürecinde duygusal bir bağımlılık yaratır.

---

4. Sınıf ve Irk Eşitsizliklerinin Gölgesinde Sağlık

Testis kanseri, erken teşhisle yüksek oranda tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak bu erken teşhis, her sınıf veya ırk için eşit derecede erişilebilir değildir.

Düşük gelirli bölgelerde yaşayan erkekler, düzenli kontrolleri karşılayamaz; göçmen veya azınlık erkekler sağlık sisteminde ayrımcılığa uğrar. ABD’de yapılan 2021 tarihli bir araştırma, beyaz erkeklerde testis kanserinin erken evrede teşhis edilme oranının siyah erkeklere göre %30 daha fazla olduğunu göstermiştir (National Cancer Institute, 2021).

Sınıf farkları, yalnızca teşhis ve tedaviye değil, aynı zamanda cinsel rehabilitasyon hizmetlerine erişime de yansır. Yüksek gelir grubundaki erkekler, psikoseksüel danışmanlık ve sperm dondurma gibi desteklere ulaşabilirken, düşük gelirli erkekler genellikle bu imkanlardan mahrum kalır.

Bu eşitsizlikler, sağlık sisteminin yalnızca biyolojik değil, sosyal bir yapı olduğunu açıkça gösterir.

---

5. Çözüm Odaklı Erkekler ve Empatik Kadınlar: Yeni Bir Denge Mümkün mü?

Son yıllarda erkekler arasında duygusal farkındalık, terapiye yönelim ve destek gruplarına katılım oranlarında artış gözleniyor. Bu, “çözüm odaklı” bir erkeklik anlayışının doğduğuna işaret ediyor. Ancak bu yaklaşım, duygusuz bir problem çözmeden ziyade, duygularla yüzleşen bir olgunluk anlamına geldiğinde gerçekten dönüştürücü olabilir.

Kadınlar cephesinde ise, partnerinin değişen bedeniyle empatik bir bağ kuran, ancak bu süreçte kendi kimliğini feda etmeyen örnekler çoğalıyor. Feminist psikoloji bu tür ilişkileri, “eşit özne temelli dayanışma” biçimleri olarak tanımlar.

Yani mesele, “erkekliği korumak” değil; erkekliği yeniden tanımlamak, kırılganlığın da güç olduğunu anlamaktır.

---

6. Düşündürücü Sorularla Tartışmaya Açılım

- Erkeklik, biyolojik bir işlev mi yoksa toplumsal bir beklenti mi?

- Testis kanseri sonrası bedenle barışmak, toplumla barışmaktan daha mı zor?

- Kadınların duygusal emeği görünür kılınmadan, eşitlikçi bir sağlık politikası kurulabilir mi?

- Cinsellik, hastalık sonrası yeniden tanımlandığında “utanılacak” mı yoksa “kutlanacak” bir şey mi olur?

---

Sonuç: Bedenler Değişir, Kimlikler de Şekillenir

Testis kanseri, bir organın değil, bir kimliğin sınırlarını sorgulatır. Boşalma yeteneği, erkekliğin ölçüsü değildir; ama toplumsal olarak buna yüklenen anlam, erkeklerin kendi bedenleriyle ilişkisini derinden etkiler.

Bu yazıyı hem kendi gözlemlerime hem de American Cancer Society, National Cancer Institute ve Foucault, Judith Butler gibi düşünürlerin çalışmalarına dayanarak yazdım. Çünkü mesele yalnızca tıp değil, aynı zamanda toplumsal adalet meselesidir.

Belki de en önemlisi şu sorudur:

Bir bedenin eksilmesi, bir kimliğin eksilmesi anlamına gelir mi?

Cevabı, hep birlikte yeniden tanımlamak zorundayız.
 
Üst