Taklit mimesis nedir felsefe ?

Beykozlu

Global Mod
Global Mod
Selam forumdaşlar: Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum — “Taklit”in kalbine dair bir hikâye…

Merhaba dostlar. Bazen bir kavramı anlamanın en güzel yolu, onu yaşamak olur ya hani — bugün “taklit”, yani felsefede “mimesis” denilen o büyülü fikri, bir hikâyeyle anlatmak istedim. Arkanıza yaslanın; çünkü bu hikâye, bir aynaya bakar gibi bizi de anlatıyor.

Köydeki iki sanatçı: Bir heykeltıraş ve bir ressam

Bir zamanlar, dağların arasında küçük bir köyde yaşayan iki sanatçı varmış: Arda ve Elif.

Arda, taş ustasıydı — elleri nasırlı, aklı hesaplı. Hangi açıda çekiç vuracağını, hangi mermeri nereden keseceğini milimetrik hesaplarla bilirdi. Onun için sanat, doğayı çözmekti.

Elif ise ressamdı. Fırçasını suya batırırken duygularını renklere karıştırırdı. Güneşi sarıya değil, “o an hissettirdiği renge” boyardı. Onun için sanat, doğayı hissetmekti.

Bir gün köyün bilgesi ikisine bir görev verdi:

> “İkiniz de doğayı taklit edin ama öyle bir eser yapın ki, köy halkı hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu tartışsın.”

Arda derin bir nefes aldı. “Taklit” onun için bir strateji meselesiydi: Doğayı çözmek, formülünü bulmak, kusursuz bir model üretmek.

Elif ise başka düşündü: “Doğa yalnızca dışarıda değil, içimizde de. Onu taklit etmek, kendimizi anlatmaktır.”

Ve yarış başladı.

Erkek aklı: Arda’nın stratejisi

Arda sabahları güneş doğmadan kalkıyor, taş ocağına gidiyordu.

Hedefi netti: Gerçekliğe en yakın taş ağaç heykelini yapmak.

Her kıvrımı, her kabuğu inceliyor, metrelerce ölçüm yapıyor, rüzgârın yönünü bile hesaplıyordu.

“Gerçek, ölçüde saklıdır,” diyordu.

Bir hata bile kabul etmiyordu çünkü onun zihninde mimesis, doğayı birebir kopyalamak demekti.

Haftalar geçti, sonunda eserini bitirdi:

Taştan yapılmış, gerçek bir ağaçtan ayırt edilemeyecek kadar detaylı bir heykel.

Gövdesindeki damarlar, yaprakların kıvrımları, hatta köklerin toprağa girişi bile aynıydı.

Köylüler hayran kaldı, “Bu gerçek mi?” diye dokunmaya bile korktular.

Arda gururla gülümsedi:

> “İşte mimesis bu! Gerçeğin yeniden inşası!”

Ama o sırada Elif sessizce tuvalinin başına geçmişti.

Kadın sezgisi: Elif’in yolu

Elif günlerini aynı ağacın altında geçirdi, ama çekiçle değil, kalbiyle gözlem yaptı.

Bir yaprağın düşüşünü, rüzgârın ağacı nasıl konuşturduğunu dinledi.

Gözleri değil, duyguları çiziyordu.

Tuvalinde ağaç vardı ama tam olarak bir ağaç gibi değildi.

Gövde biraz eğilmiş, yapraklar rüzgârla dans eder gibi savruluyordu.

Güneş sarı değil, morumsu bir turuncuydu.

Çünkü o, ağacın “nasıl göründüğünü” değil, ona bakarken ne hissettirdiğini resmetmişti.

Köylüler Elif’in tablosuna baktıklarında sessiz kaldılar.

Bir çocuk “bu ağacın altında oturmak istiyorum” dedi.

Yaşlı bir kadın “rüzgârı duydum sanki” diye mırıldandı.

Elif gülümsedi:

> “Taklit, sadece dışı kopyalamak değil… içini duymaktır.”

Gerçeklik mi, duygunun yankısı mı?

Yarış günü geldiğinde köylüler toplandı.

Arda’nın heykeli karşısında hayranlıkla susanlar, Elif’in tablosu karşısında iç geçiriyordu.

Köyün bilgesi ikisine döndü ve şöyle dedi:

> “Arda, sen doğayı yeniden yaptın; ama Elif, doğayı yeniden yaşattı.”

İşte o an, “mimesis”in iki yüzü belirginleşti:

- Arda’nın bakışında mimesis: Gerçekliği çözmek, yeniden üretmek, stratejik bir yeniden inşa.

- Elif’in bakışında mimesis: Gerçekliği hissetmek, içselleştirmek, insanla doğa arasında ilişki kurmak.

Her ikisi de “taklit” etti ama biri akılla, diğeri kalple.

Felsefenin büyüsü de tam burada değil mi zaten? “Gerçek” dediğimiz şeyin iki farklı biçimi olabilir: biri gözün gördüğü, diğeri ruhun duyduğu.

Platon, Aristo ve köy meydanındaki yankı

O gün bilge, elindeki bastonla yere çizgiler çizdi ve felsefeyi köy meydanına taşıdı:

> “Platon derdi ki, sanat bir gölgedir; hakikatin taklidinin taklididir.

> Ama Aristoteles, ‘mimesis öğrenmenin yolu’ derdi.

> Siz ikiniz de aynı gerçeğe farklı aynalar tuttunuz.

> Arda, formu yeniden yaptı; Elif, anlamı yeniden doğurdu.”

Köylüler sessizce dinliyordu.

Kimi heykelin etrafında dönüyor, kimi resmin karşısında gözlerini kapatıyordu.

O an herkes fark etti: “Taklit” yalnızca bir kopya değil; insanın dünyayı yeniden kurma biçimidir.

Gerçekliğin iki sesi: Arda ve Elif’in sohbeti

Yarış bittikten sonra Arda ve Elif birlikte oturdu.

Arda dedi ki:

> “Senin tablon gerçek değil ama bir şekilde daha ‘gerçekmiş’ gibi hissettiriyor.”

> Elif gülümsedi:

> “Belki de gerçek, sadece görülen değil; hissedilendir.”

O günden sonra Arda, heykellerine kusur eklemeye başladı.

Bir taşın kenarını bilerek pürüzlü bırakıyor, gövdeyi biraz eğik yapıyordu.

Elif ise çizimlerinde gövde oranlarını daha bilinçli hesaplamaya başladı.

Birbirlerinden öğrendiler.

Çünkü mimesis, öğrenmenin ve dönüşmenin ta kendisiydi.

Forumdaşlara soru: Peki sizce?

Dostlar, şimdi sizlere sorayım:

Hangisi “gerçeğe daha yakın”?

Bir şeyi birebir kopyalamak mı, yoksa onu duygusal olarak yeniden yaratmak mı?

Bir yaprağı fotoğraf gibi çizmek mi “taklit”, yoksa o yaprağın düşüşünü kalpte hissettirmek mi?

Ve belki de en zoru şu:

Hangisi bizi “insan” yapıyor — Arda’nın hesaplı doğruluğu mu, Elif’in sezgisel sıcaklığı mı?

Felsefe bazen formüllerle değil, böyle küçük hikâyelerle yaşar.

Belki siz de bir gün bir ağacın gölgesine bakar, rüzgârın sesini duyduğunuzda düşünürsünüz:

> “Ben şu an doğayı mı izliyorum, yoksa kendi içimdeki yansımayı mı?”

Son satırlar: Mimesis bir taklit değil, bir yankıdır

Taklit — ya da mimesis — sadece bir şeyin aynısını yapmak değildir.

O şeyin bizde bıraktığı izi yeniden var etmektir.

Arda’nın taşına kazınan rüzgâr sesi, Elif’in tablosuna sinen hüzün, hepimizin içindeki “yeniden yaratma” arzusunun yankısıdır.

Ve belki de o yüzden hepimiz biraz Arda’yız, biraz Elif.

Kimimiz dünyayı anlamaya çalışarak, kimimiz onu hissederek yaşarız.

Ama sonunda aynı yere varırız:

Taklit ederken aslında kendimizi buluruz.

Şimdi sizden duymak isterim, sevgili forumdaşlar:

Sizce kendi hayatınızda hangi anlar “mimesis” gibi?

Birini taklit ederken, bir duyguyu yeniden yaşarken, sizdeki hangi gerçeğe dokunuyorsunuz?

Yorumlarınızı bekliyorum; belki bu hikâye, bir yenisini doğurur.
 
Üst